Rock on Rock 17.06.2012 Tarihli Programda Calınan Gruplar ve Parcaları
1 - Zz Top - Texicali - I Gotsta Get Paid
2 - Rush - Clockwork Angels - Caravan
3 - Circus Maximus - Nine - Namaste
4 - Jetblack - Raining Rock - Prison Of Love
5 - Koritni - Welcome To The Crossroads - Down At The Crossroads
6 - Tank - War Nation - War Nation
Onerilerinizi ve Yorumlarınızı Bekliyoruz.
playhard®
rockonrocktr@yahoo.com, www.acikradyo.com.tr ve http://www.facebook.com/groups/rockonrocktr/
19 Haziran 2012 Salı
10 Haziran 2012 Pazar
Accept, Bangalore Choir,
Sircle of Silence Vocalisti David Reece Röportajı
Merhaba David,
ben 94.9 Açık Radyo’da yayınlanan Rock on Rock programından Cemil Topuzlu.
Öncelikle boş zamanının bir bölümünü ayırıp Bangalore Choir hakkındaki sorularımızı
cevaplandırdığın için çok teşekkür ederim.
Rock on Rock – Söyleşimize bir kaç özel
soru ile başlamak istiyorum. İlk olarak ne zaman müzikle tanıştın? Hiç müzik
eğitimi aldın mı?
David – Evet. Şarkı söylemeye beşinci
sınıfta okul korosunda başladım. Zannedersem dokuz yaşındaydım. Fakat ABD’de
bir erkek çocuğu eğer okul korosunda şarkı söylüyorsa diğerleri onunla dalga
geçerler. Bu nedenle koroyu diğer çocukların okuldan sonra beni sıkıştırıp rahatsız
etmeleri nedeniyle bıurakmak zorunda kaldım. İlk ciddi vokal dersimi ise, Santa
Fe Operası üyesi olan Mark Farner’dan aldım. Ayrıca, Almanyada Sigfried Meier
ile de çalışmalarım oldu. Bu derslerde ses kontrolüne ek olarak sesimin gücünü artırmak
ve korumak için gereken teknikleri öğrendim.
R - Büyürken ne tür müzik dinlemeyi
tercih ettin? O dönemde seni en çok etkileyen sanatçılar kimdi?
D – Soruyu samimi cevaplamam gerekirse
ilk dinlediğim müzik türü Country idi. Conway Twitty, Hank Williams, Loretta
Lynn ve George Jones dinlediğim belli başlı sanatçılardı. Neden bu sanatçılar
diye sorarsan, çünkü babaannem evde başka müzik dinlemezdi. Bu tarz müzik hala
çok hoşuma gider.
R – Zannedersem vokal tarzında ağır
basan blues duygusu buradan geliyor. Özellikle son iki albümünde (Reece-Kronlund
ve Metaphor) bu tarz oldukça ağır basıyor.
D – Evet haklısın. Zamanla tecrübem
arttıkça eski dinlediğim müzik tarzlarını şarkılarıma daha fazla yansıtmaya
başladığımı fark ediyorum. Yirmili ve otuzlu yaşlarımda ise daha çok Rob
Halford ve David Coverdale tarzı vokal yapıyordum çünkü şarkı söylediğim
kulüplerde bu tarza büyük talep vardı. Müzik kariyerimde ilerleyip
tecrübelendikçe müzikal bazımı oluşturan tarzlara ağırlık vermeye başladım.
Aslında hep bir Blue Grass Country albümü yapmayı istemişimdir.
R – Evet, ABD’deki müzik trendi de
gözönüne alındığında bu gerçekten çok ilginç ve iyi bir fikir David.
D – Evet, ben hep özellikle ABD’nin
güney doğusunda icra edilen Blue Grass tarzı müzikten çok etkilenmişimdir.
Özellikle Virginia ve Kentucky’de İrlanda soyundan gelen Amerikalılar yaşar ve
bu bölgede etnik İrlanda müziği ile blues bazlı olan güney tarzının karışımı
olan müzik icra edilir. Bu traz müzik hep çok hoşuma gitmiş ve beni çok
etkilemiştir. Mesela Ralph Stanley’in kendi müzik tarzım üzerindeki etkisi çok
büyüktür.
R – Sırada Accept ile ilgili bir soru
var. Müzik dünyasında bu grubun solistliğini yapmaya başladığında tanındın.
Accept ile ilk iletişime nasıl geçtiğini anlatabilir misin?
D – O zamanlar müzik kariyerimi Los
Angeles’da sürdürüyordum ve tanınmış müzik menejeri Dieter Dierks’in kız
arkadaşı olan Lucy Schwarz ile tanışıklığım vardı. İşte tam o dönemde de
Udo’nun gruptan ayrılması nedeniyle Accept bir solist arıyordu. Lucy demolarımı
Dieter’e vererek Accept ile iletişim kurmamı sağladı. Bir gece evde otururken
telefonum çaldı ve karşımda Accept’den Wolf Hoffman vardı. Ben birisinin
benimle dalga geçtiğini düşünerek telefonu yüzüne çarptım fakat bir sonraki aramada
karşımdakinin gerçekten Wolf Hoffman olduğunu anladım. Konuşma sonucunda uçağa
atlayıp Düsseldorfa uçtum ve Accept ile stüdyoya girdim. Aslında gruba kabul
edilmem altı hafta sürdü çünkü grup elemanları solist değişikliği konusunda
inanılmaz tedirgindiler. Bu süre boyunca sürekli olarak yeni şarkıların provalarını
yaptık ve en sonunda Kölnde grupla bir deneme konserine çıktım. Bu konsere
izleyici olarak Iron Maiden ve Judas Priest’in bazı elemanları da davetliydi ve
bu nedenle ben de çok rahatsızdım ama sonunda iyi bir iş çıkardım ve gruba
kabul edildim.
R – Altı hafta önce kimse tarafından
bilinmezken Acceptin solisti olarak o kadar tanınmış müzisyenin karşısında
şarkı söylemek gerçekten çok zor olmalı :o)
D - Evet, grup yanlış bir karar vermek
istemiyordu. Daha sonraları davetli olan Bruce Dickinsona hakkımdaki fikrinin
sorulduğunu ve kendisinin benim için olumlu referans verdiğini öğrenip çok
mutlu oldum.
R – Accept’deki tecrüben şarkı söyleme
stilini ve müzik endüstrisine olan bakışını nasıl etkiledi?
D – Accept tecrübesi benim için
gerçekten çok çetindi. Çünkü Accept Udo Dirkschenker ile tanınmıştı ve ben birbirini
yıllardır tanıyan Alman müziyenlerin arasında Amerikalı bir müzisyendim. Ama tarafsız
olarak bakmak gerekirse Accept bana harika bir iş ahlakı kazandırdı. Öğrendiğim
en önemli şey, başarılı olmak için her gün çalışmam gerektiğiydi. Ben de
Sigfried Meier ile sesimi güçlendirmek için vokal derslerine başladım. Zaten o
aralar günde 8 saat çalışıyorduk. Tabii ki bu kadar çalışmanın karşılığını
sahnede aldık. Konserlerde iyi ayarlanmış bir motor gibi hatasız çalıp
söylüyorduk. Evet, gerçekten iyi bir tecrübeydi fakat oldukça üzücü sonlandı.
Ama aradan 20 yıl geçti ve köprünün altından çok sular aktı :o)
R– Peki Accept’in Mark Turnillo ile
çıkardığı son iki albümü nasıl buldun?
D – Solistin tarzı açısından olsun,
icra edilen müzik açısından olsun albümleri beğenmedim. İkisi de benim tarzıma
hiç uymuyor. Bu yorumu Accept ile aramda geçmişte olan tatsız şeylerin
etkisinde yapmadığımı da bilmenizi isterim. Wolf Hoffman’ın hakkımda olumsuz
demeçler verdiğini okuyorum ama benim grup ile hiç bir sıkıntım olmadı ve
olmayacak da. Sadece albümlerde yapılan müziği beğenmedim o kadar.
R -
Bangalore Choir’dan söz edecek olursak. Bu projenin başlangıcını ve ilk
albümünüz olan On Target’ın kayıt aşamalarını bize anlatır mısın?
D – Accept’den ayrıldıktan sonra Los
Angeles’a geri döndüm ve oradaki müzik okullarında bir grup kurmak için
müzisyen arayışına giriştim. Danny Greenberg ve John Kirk ile çalışmaya
başladım. John aracılığıyla aramıza Curt Mitchell de katıldı. Bu dörtlüyle
Hollywood’da bir kaç kez sahne aldıktan sonra plak şirketleri bizimle ilişkiye
geçtiler. Sonuçta çok kısa bir süre içinde Warner Brothers ile anlaştık.
Elimizde gerçekten çok iyi şarkılar vardı. Bu arada Aldo Nova ve John Bon Jovi
gibi tanınmış müzisyenlerle de çalışmalarım oldu.
R – On Tragetta, Angel In Black, Loaded
Gun, Freight Train Rolling ve Hold On To You gibi harika parçalar var. 1992’daki
müzik piyasası hakkında bize biraz bilgi verebilir misin? Bu soruyu sormamın
nedeni bu kadar iyi bir albümün gereken ilgiyi neden görmediğini anlamaya çalışmam.
D – Bu gerçekten üzücü bir durum. O
dönemde önümüzde Whitesnake ile Slip Of The Tongue turnesine çıkmaktan tutun
Lynch Mob ile çalmaya kadar bir çok şans vardı. Fakat ne yazık ki Seattle’dan
çıkan Grunge dalgası herşeyi sildi süpürdü. Zannedersem gençlik AOR tarzı rock
müzikten sıkılmıştı ve ortaya çıkan yeni müzik tarzı herşeyi yerle bir etti. Tıpkı
Beatles’ın ABD’de o dönemde popüler olan Elvis tarzını silmesi gibi Grunge da
müzik piyasasını derinden sarstı. Aslında Grunge dalgasının çok uzun süre
etkili olmayacağının farkındaydım. Çünkü müzik çok depresifti ve müzkalite yüksek
değildi. Nitekim, o dönemden Pearl Jam, Soundgarden ve Rage Against Machine
gibi çok nadir gruplar varlıklarını sürdürebildi. Ama o yıl sadece üç ay içinde
yüzlerce AOR tarzı müzik yapan grubun albüm anlaşmaları iptal oldu. Shark
Island ve Saigon Kick gibi gruplar bir gecede anlaşmalarını kaybettiler.
R – Evet, haklısın. 1992’de ben de
ABD’deydim ve Trixter, Bang Tango gibi melodik rock gruplarının albümleri
yeterli ilgi olmadığından dolayı nerdeyse yok pahasına satılıyordu. O zamanlar
hard rock tarzı müziği ancak Z Rock radyo kanalında dinleyebiliyordum. Öte
yandan insanlar Nirvana, Soundgarden, Pearl Jam gibi gruplar için
çıldırıyorlardı. Peki On Target o dönemde başarılı olsaydı Bangalore Choir’ın
kariyeri sence nasıl ilerlerdi? Kafanda bir vizyon var mıydı?
D – Tabii ki vardı. Whitesnake’den de
büyük olmak istiyordum. Büyük paralar kazanıp Montanada kendime bir çiftlik
almayı hayal ediyordum. Fakat bir anda herşeyin bittiğini söylediler ve rüya
sona erdi. O anda tam anlamıyla ortada kalakaldık. Şu andaki aklımla
düşünüyorum da aslında yapmamız gereken Avrupaya turneye çıkıp konserler
vermekti. O aşamada bana artık kimsenin Rock’n Roll dinlemediği söylenmişti ama
bunun doğru olmadığını daha sonra anladım. İki yıl önce Notinghamdaki Firefest
festivalinde şarkılarımızı herkesin ezbere bildiğini görmek ve bize gösterilen
büyük ilgi gerçekten harikaydı. Öte yandan 1992’de bana söylenen ise kimsenin
yaptığım müzik ile artık ilgilenmediği idi. Ben de söylenenlere inandım ve
bunalıma girdim. O dönem benim için tam anlamıyla bir kabustu. Bir gün
zirvedeyken ertesi gün dibe vurmak beni dağıtmıştı.
R – Sonra Sircle of Silence projesi
geldi. Bu projede harika müzisyenler ile çalıştın. Grubun soundu daha önce
yaptığın müzik ile kıyaslandığında oldukça sertti. Müzik stilindeki bu değişim
ile ilgili görüşlerini alabilir miyim?
R – Sircle of Silence’da yaptığımız
müziğin sert olmasının nedeni çağa ayak uydurmaktı. Ama Bangalore Choir
severler bu tarz değişimden hoşlanmadılar ve benim grunge müziği yapmaya
başladığımı düşünüp bana sırt çevirdiler. İşin garibi son zamanlarda
müzikseverlerden Sircle of Silence’ı ne kadar beğendiklerine dair bir çok mesaj
alıyorum ve bu beni çok şaşırtıyor. Hatta Larry ve Jay ile yeni bir albüm
yapmayı bile planlıyoruz.
R - Bu gerçekten çok iyi bir fikir
çünkü Sircle of Silence’ı ben de her zaman çok beğenmişimdir. Bu projeden sonra
Stream grubundan Peter Scheitauer ile bir albümün var. Kariyerinin bu
aşamasında neden bu tür bir adım atmayı tercih ettin?
D – Açıkçası Stream ile çalışmamın tek
nedeni para kazanmaktı çünkü cebimde metelik kalmamıştı. Bu arada Sircle of
Silence’da olduğu gibi Peter de yeni bir albüm yapmak için benimle iletişime
geçti fakat bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum.
R – Daha sonra müzik kariyerinde 13
yıllık bir boşluk var. Bu arada nelerle meşguldun?
D – Her zaman müziği sevmeme rağmen
geleceğin burada olmadığını düşünüp inşaat işine girdim. Evlenip Tenessee’ye
taşındım ve orada bir kaç yıl çalıştım. Daha sonra Montanaya taşındım ve bir
çiftlikte çalışmaya başladım. O dönemde harika insanlarla tanışıp çok rahat bir
yaşam sürdüm. Fakat öte yandan hep şarkı söylemeyi ne kadar özlediğimi
düşünüyordum. Bir gün Myspace’de benimle iletişime geçen yakın bir arkadaşım müzik
grubu olduğunu ve gelip şarkı söylememi istediğini iletti. Yaptığımız kayıtta
sesimin hiç iyi durumda olmadığını gördüm. Açıkçası çok çalışmam gerekiyordu.
Fakat arkadaşım kayıtları Myspace’e koyduktan sadece bir hafta sonra plak
şirketleri beni arayıp nerede olduğumu sormaya başladılar. Sonuçta 2007 yılında
Martin Kronlund bana ulaştı ve Gypsy Rose projesi için bir soliste ihtiyaçları
olduğunu söyledi. Ben de fırsatı kaçırmak istemedim ve İsveçe uçup albüm kaydına
girdim.
R – Solo albümünüz Universal
Languagedan söz etmek gerekirse harika bir melodik rock albümü olduğunu
söylemek abartı olmaz. Ama albümde benim en ilgimi çeken taraf David Coverdale
ve Glenn Hughes’da olduğu gibi blues duygusunu daha yoğunlukla kullanmaya
başlamandı. Tarzındaki bu gelişme ile ilgili biraz bilgi verebilir misin?
D - Universal Language kaydedilmeden
önce iş için Almanyadayken Accept döneminden tanıdığım Andy Süsemihl ile
karşılaştım. Bana elinde şarkılar olduğunu söyledi ve kayda girmeyi teklif
etti. Ben de kabul ettim. Kayıtlar bittiğinde elimde hem harika bir albüm, hem
de AOR Heaven plak şirketi ile bir anlaşma vardı :o) Andy Alman olmasına rağmen
10 yıl ABD’de yaşamış olması nedeniyle sağlam bir blues altyapısına sahip ve
Universal Language’de çok iyi bir iş çıkardı. Hala ikimiz de arada bir oturup
albümü tekrar dinlemeyi çok seviyoruz.
R – Evet, bence Andy ile ikiniz harika
bir ikilisiniz ve müzisyenlerin kimyalarının uyuşması çok önemli. Bu harika
uyuşmanın sonuçlarını solo çalışmalarınız ile Bangalore Choir albümlerinde
görebiliyoruz. Ayrıca Martin (Kronlund) ile de aranda bu tarz bir kimya
uyuşmasının olduğunu düşünüyorum. Çünkü Reece – Kronlund da çok kaliteli bir
çalışma. Bize bu proje ile ilgili bilgi verebilir misin?
D – Martin’i AOR Heaven’in patronu olan
Georg Siegel ile tanıştırdıktan sonra bu proje bir anda ortaya atıldı ve hemen
olgunlaştı. Martin ile aramda olan kimya ile ilgili haklısın. Gerçekten çok iyi
uyuşuyoruz ve kolaylıkla şarkı yazıp stüdyoya giriyor ve kaydediyoruz. Aslında
elimizde son albüm için kayededilmiş fakat albüme konmamış 5 ya da 6 tane şarkı
var. Anlayacağın yeni bir albüm için çalışma her an başlayabilir :o)
R – Önümde diskografin var ve 2007’den
beri her yıl albüm çıkardığını görüyorum. 2012 için planların nedir?
D – Şu aralar özellikle Accept ile
yaptığım albümün ne kadar iyi olduğu ve bu albümdeki müzik tarzına daha çok
eğilmem gerektiğini belirten mesajlar alıyorum. Şu sıralar Minneapolisdeyim ve Down
Thread isimli bir grupla beste yapıyorum. Grup elemanları gerçekten çok
yetenekli ve onlarla daha sert müzik yapılan bir proje üzerinde çalışmaktayım.
Tarzımız Accept’in Eat The Heat albümündeki tarzına çok benziyor. Beş şarkının
kayıtları bitti ve yakında plak şirketlerine göndereceğim. Umarım ilgilerini
çeker.
R – Bu gerçekten harika bir haber.
Tango Down ile olan Identity Crisis albümün de daha yeni piyasaya çıktı. Turne
niyetiniz var mı?
D – Tango Down ile önümüzdeki aylarda
ABD’nin doğu kıyısında Y&T’nin öngrubu olarak bir kaç konserimiz var.
Bangalore Choir ile Eylül ve Ekimde Almanya, Belçika, Hollanda ve İskandinavyayı
turlamayı planlıyorum. Umarım ekonomik sorunlar bu turneyi önlemez. Açıkçası
Türkiyeye de gelmek isterim.
R – Bangalore Choir ile kaydettiğin son
albümün Metaphore’dan söz etmek gerekirse içinde bir çok değişik tarzı
barındıyor. Bu albümün kayıtları sırasında tarz olarak aklında belli bir fikir
varmıydı? Albüm istediğin gibi oldu mu?
D – İtiraf etmem gerekir ki şu ana
kadar tamamladığım hiç bir albüm beni tam olarak tatmin etmedi. Metaphore’da
yakın arkadaşlarımla çalışma fırsatı buldum ve ortaya güzel bir eser çıktı. Bu
da beni fazlasıyla tatmin etti. Tabii ki albümü dinlediğimde “Bu şarkıyı daha
iyi söyleyebilirdim” diye düşündüğüm olmuyor değil ama sonuçta Metaphore çok
iyi bir albüm.
R – Son olarak bize yıllarını müziğe
vermiş tecrübeli bir müzisyen ve besteci olarak genç kuşağa tavsiyelerinizi
iletebilir misin?
D – Aslında onlara tek tavsiyem var.
Her nerede olursanız olun yapmanız gereken tek şey çalışmak, çalışmak ve daha
çok çalışmak. Şarkı yazma yetinizi geliştirin ve çalışmaya devam edin. Bu arada
fikirlerinizden ve duruşunuzdan asla ödün vermeyin. Eğer plak şirketinin
tavsiyeleri veya istekleri size uymuyorsa onlara “Hayır” demesini bilin. Eğer
yazdığınız şarkının zayıf olduğu fikrindeyseniz onu ya çöpe atın, ya da
geliştirmek için çabalayın. Asla zayıf olduğunu düşündüğünüz bir eseri
yayınlamayın ve denemeye devam edin.
R – Bize ayırdığın zaman için tekrar
çok teşekkürler ve kariyerinde başarılar.
Rock on Rock 10.06.2012 Tarihli Programda Calınan Gruplar ve Parcaları
1 - Accept - Eat The Heat - X-T-C
2 - Bangalore Choir - On Target - Freight Train Rollin'
3 - Bangalore Choir - Cadence - Power Trippin'
4 - Reece-Kronlund - Solid- Could This Be Madness
5 - Bangalore Choir - Metaphor - All the Damage Done
Onerilerinizi ve Yorumlarınızı Bekliyoruz.
playhard®
rockonrocktr@yahoo.com, www.acikradyo.com.tr ve http://www.facebook.com/groups/rockonrocktr/
4 Haziran 2012 Pazartesi
Rock on Rock 03.06.2012 Tarihli Programda Calınan Gruplar ve Parcaları
1 - American Dog - Poison Smile - Devil Dog
2 - Jorn - Bring Heavy Rock To The Land - Bring Heavy Rock To The Land
3 - Firewind - Few Against Many - Wall Of Sound
4 - Sonata Arctica - Stones Grow Her Name - Somewhere Close to You
5 - Pentagram - MMXII - Sand
6 - Kreator - Phantom Antichrist - Phantom Antichrist
Onerilerinizi ve Yorumlarınızı Bekliyoruz.
playhard®
rockonrocktr@yahoo.com, www.acikradyo.com.tr ve http://www.facebook.com/groups/rockonrocktr/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)